22 Temmuz 2014 Salı

Düş

Başlamak güne hep aynı umutlarla
Bırakmıyor yakanı; geçmiş,
Geride bıraktığını sandığın herşey;
Aslında hiç önünde değilmiş.
Her yeni başladığın gün; bir yıl
Ve aradığın her gerçek parça senmiş,
Ayrı kalmışsın kendinden
Kime anlatsan hâlini,
Gözleri dolmuş; gülmüş
Aman ile amaan arasında gidip gelirken
Senin kuracağın düşleri gözlerin görmüş...

20 Temmuz 2014 Pazar

Sonsuz Suç

   İnsanın doğasında vardı bir şeyler yaratmak. Aslında insanında kendine göre bir yaratıcı tarafı vardı. Her insanın ruhunda bulunan bu küçük Tanrı parçaları en büyük tanrıyı oluşturuyordu. Bu yüzden kendi içimizde Tanrıyı hissediyoruz. İçimizde hissettiğimiz bu güç bizi yaratmaya itiyordu. İnsanlar, belki yaratılan, kesinlikle yaratılanı keşfeden mahlûklardı. Yaratılanlar Tanrısını tanımazdı, onu sadece içinde hissederdi. İçinde hissettiği Tanrıyı başka yerlerde arardı ama içindekine bakmayı unuturdu. İnsanlar sonsuz arayış içinde olan doyumsuz mahlûklarda sayılabilir. 

   İnsanın ilk yarattığı, her zaman en iyisi olmuştur. İkincisinde yapmaya kalksa hiçbir zaman ilki gibi olmazdı. Çünkü ilkinin kendi içerisinde bir güzelliği vardı. O dünyada tekti… Ama bu güzelliğin en büyük düşmanı zamandı. İnsanı ve keşfettiklerini zaman öldürüyordu. Zaman her şeyi bozuyordu. En güzeli ilk baştakiydi ama o bile ilki kadar güzel kalamıyordu. Zamanın en çok etkilediği ise ağızdan çıkan cümleler, söylenen sözlerdi. Ve en önemlisi ise buydu. Yıllar önce söylenmiş bir sözün günümüze kadar düzgün bir şekilde gelmesi beklenemezdi. Zamanın bize zorla oynattığı bir oyun vardı. Yıllardır kulaktan kulağa oynuyorduk aslında. İlk insandan çıkan söz ile son insanın anladığı söz arasında dağlar kadar fark vardı. Geçen zaman ilk söyleneni unutturmuştu. Herkes kendi dünyasında kendi çıkarlarına uygun şekilde anladığı gibi diğerine aktarmıştı. Bu yaptıkları onları bir anlığına kurtarmıştı. Ama yaptıklarının doğurduğu sonuçların farkında bile değillerdi. İnsan en büyük zararı kendisine veriyordu. Düşünmeden yapılan bu hataların sonucunu ise bir sonraki insanlar çekiyordu. Geçmişin hataları yeni insanların sırtında bir yük olacaktı. Doğuştan günahkâr olan bu bedenlerin aslında hiç bir temiz yanı yoktu, geçmişteki insanlar yüzünden. Geçmişteki insanların içindeki çoğalma isteği de buradan geliyordu; suçu yeni insanlara bırakmak. Doğduğundan beri sırtında olan bu yüke anlam veremeyen insan geçmiş hataların cezasını çekiyordu.

   Mükemmel olamayan ve hiçbir zamanda mükemmel olmayacak bu mahlûklar hata yapmaya devam edeceklerdi. Yapılan bu hatalar sonucu biriken hatalar, hep yeni gelen insanların sırtında bir yük, içinde bir ukde olarak kalacaktı. Bu hataların elbette bir sonu olmalıydı. Sonsuza kadar bu şekilde idare edilemezdi. Biriken hatalar sırtta taşınacak kadar hafif olmayacaktı son insan için. Her bozulan insan gibi son insanda geçmişine küfredecek ve yeni bir hata yapmış olacaktı. Aslında ne ilk insan suçluydu ne de son insan… Bütün suç insanın mükemmel olamamasıydı.

15 Temmuz 2014 Salı

Merhaba

Karanlık ve sessizliğin buluştuğu noktada
Sarılacak bir ses arayacaksın
En ufak bir güvenin olmayacak kendine
Ne çıkarsa karşına duygusallığın artacak
Önce gözlerin yaşaracak
Sonra hissetmeyeceksin vücudunun hiçbir yerini
Bırakacaksın kendini yere yavaş yavaş
Güvendiğin sesin resmini oluşturacaksın zihninde
Bir tek o kalacak seni bağlayan Dünya'ya
ve Konuşmaya başlayacaksın iki büklüm bir heyecanla
Daha önce hiç bu kadar fazlasını beslemediğin bir umutla
Harfler tek tek yan yana dizilecek
Belki de ağzından hayatının en önemli cümlesi dökülecek;
Kesilecek tüm bu duyduğun sesler;
Dudaklarından çıkacak o anahtar kelime;
"Merhaba!"

13 Temmuz 2014 Pazar

Utanç Kaynağı

   İnsanların suratına kondurduğu yalancı gülümsemeler ve sırf sormak için sordukları sorular beni sinirlendiriyor ve bir o kadarda utandırıyordu. İnsanların sahtekârlığını anlayınca, onların adına o kadar utanıyordum ki bu duygudan gerçekten nefret ediyordum. Hayatımda en nefret ettiğim duygulardan biriydi başkaları adına utanmak. Kimse sevmezdi bu duyguyu… Karşındaki insanlara karşı yanındaki bir ahmak yüzünden içinde mahcupluk hissetmek ve ağzını açıp ta konuyu değiştirememek beni deli ediyordu. Hele adına utandığın kişinin suratında çok büyük bir halt başarmış gibi aptal bir gülümseme görürsün ya işte ben o anlarda oradan cidden kaçmak istiyordum. O anlarda hayatı ve insanları sorguluyordum. Devamlı adına utandığım bu insanların gerçek hayattaki gayesini merak ediyordum.  Bu da neden yaşıyor ki derdim kendime. Yaşamaktan ne anlıyordu bu insan...  Ama anladım neden yaşadıklarını bu insanların. Sahip oldukları özellikleri vardı. Bu özellikleri onları özel ve seçilmiş yapıyordu. Düşünüyorum bazen, aptal bir insan bile kendini en aptal seçerek özel hissediyor mudur diye? Amacım kimseyi aşağılamak değil ama aptal bir insana zeki hissettirerek yaptığımız en büyük aşağılamaya göre benim ki affedilebilir bir şey. En büyük kötülüğü bu şekilde yapıyorduk onlara. Bir insanın kusuru var ise bence ona sahtekârlık yapıp yok gibi davranmamalıyız. İyiliğini isteyerek vurmalıyız suratına aptallığını… Geri zekâlı bir insana eğer zeki olduğunu hissettirirseniz o insan kendini zeki hisseder ve geri zekâlı olmaya devam eder. Ama geri zekâlı bir insana geri zekâlı olduğunu söylerseniz o insan bir şeylerin farkına varır. Mesela geri zekâlı olduğunun... O insan artık zeki olmak için çalışır ve bunu başarır da…

   İnsanın veya diğer canlıların bütün özellikleri toplum tarafından verilir. Toplum bir bütündür. Birinin yanlışı herkesi etkiler.

   Toplumu, aynı değerler etrafında birleşmek zorunda kalmış, şans eseri kendine bir yer edinmiş bir balonun içindeki havaya benzetirim. Balonun üst tarafını sıkarsanız alt tarafı şişer veya keyfinize göre nereyi sıkmak isterseniz. Bu sizin yanlışınız ama beni ilgilendir, beni etkiler… Topluma bırakılan miras insanların bencilliği yüzünden kısıtlı hale gelmiştir. Toplumun bir kısmı bu miras ile kendine düşenden daha fazlasını isterse diğer kısım’a daha az veya hiçbir şey kalmayacaktır. Hiçbir şeyi olmayan insan yaşam mücadelesinde kendine bir yer edinmek, yaşamak için her şeyi olan insandan çalmak zorunda kalacaktır, kendisinden çaldıklarını almak, öç için… Ve bu yüzden hiçbir şeyi olmayan insan her şeyi olan insanın bencilliği yüzünden toplum tarafından kötü seçilecek ve cezalandırılacaktır. Toplum tarafından mağdur olarak görülen her şeyi olan insan ise iyi olacaktır. Şimdi soruyorum böyle bir saçmalık olabilir mi? Sistem her şeyi olana iyi davranıyorsa bundan ala utanılacak ne vardı? Bu kendini bir halt sanan, her şeyi olan insanın, hiçbir şeyi olmayan insana karşı üstünlüğünün sebebi karnının daha fazla mı tok olmasıydı? Veya üstüne giydiği, doğadan çaldığı aptal giysilerin pahalılığımıydı? İkisini çıplak bir şekilde yan yana koyduğunda benim gördüğüm tek fark, her şeyi olan insanın diğerine göre götünün daha büyük olmasıydı. Başka bir fark göremiyordum. Ve bu görüntüyü gördükçe kendimden ve insanlığımdan utanıyordum. Toplumun yanlışları onlar adına utanmamı sağlıyordu. Hiçbir etkim yokken bu her şeyi olan insanlar adına utanmaktan nefret ediyordum. Tek suçum ise şans eseri bu utanç kaynağının arasına düşmemdi. Zaten nereye gidersem kaçamazdım bu utanç kaynağından. Çünkü dünyanın her yerinde vardı, her şeyi olan ve hiçbir şeyi olmayanın savaşı… Ve her yerde vardı, onlar adına utanan insanlar...

09.07.2014

8 Temmuz 2014 Salı

Hem sen, Hem ben

Merak dolu günler geride artık
İçi hep doluydu mutluluk resimlerinin
Bir var bir yoktu her sabah
Ve gece, sonsuzluğun ismiydi belki de
Kaybolursan diye
Sana, yol haritanı çizdim ellerine
Korkma, her karanlık günün ardından
Avuçlarındaki çizgilere bak,
Onlar sana gösterecekler doğru yolu
Ağlamayacaksın, annesinin elini kaybetmiş çocuk misali
Hiçbirine benzemeyecek bu kayboluşlar
Bisiklet sürmeyi yeni öğreniyormuşsun gibi olacak her anın
Ne zaman düşüyormuş gibi olsan
Dengeni sağlayacak kişi olacağım.
Nihayetinde unutacağım geçmişte iyi kötü ne varsa,
Herşey güzel olacak, umutları yetişecek mutluluk bahçemde
Ne sen beni üzeceksin, ne de ben seni sevindireceğim.
Biz duyguların karmaşasında olacağız
Bire bin katan duyguları besleyeceğiz içimizde,
Nihayet güller açacak
Kuşlar uçacak,
Arılar konacak çiçeklere,
Toprak kokacak yağmur nefesiyle
Ve ben her uzaklaşmaya çalıştığımda biraz daha sana yaklaşacağım.
Belki şiirlerin bile sonu gelmeyecek o zaman.
Rüyaların dünyasında yaşamaktansa, dünyanın rüyalarında yaşayacağız;

Hem sen, hem ben.

6 Temmuz 2014 Pazar

Büyük Aldatmaca

Büyük Aldatmaca

   Düşüncelerime sahip çıkmanın güveni içerisindeydim. Eskisi kadar kandırmıyordum kendimi. Düşüncelerim, benim için çok gizli şeylerdi. Belki herkes için böyledir ama bende diğer insanlar gibi kendi düşüncelerimi kimse tarafından düşünülmemiş hissediyordum. Tabii ki şuan böyle değildi. Düşüncelerim, dışarıya yansıtmaktan utandığım değerlerimdi. Düşüncelerim, benim için adeta bir giysiydi. Kâğıda döktüğüm zaman kendimi çıplak hissetmiştim. Zaten çıplak gelmiştim buraya ve kendimi yeni doğan bir bebek kadar temiz hissetmiştim. Kendi doğallığımı görmemi sağlamıştı bu olay. Ve şunu anlamıştım; Bütün çıplaklığıyla dürüst olmalı insan kendine, yalanlar içinde boğulmamak için…

   Burası, yani üzerinde yaşadığımız bu yuvarlak şey o kadar da masum bir yer değildi aslında. Sonu ölüm olan bir yerde sonsuzca yaşamak büyük bir aldatmacaydı. Sanki bu yaşadığımız yeri mahvetmek için tutulmuş birer işçilerdik. Hepimizin bir zamanı vardı. İşe yaramayacak hale gelip yaşlandığımızda kovuluyorduk buradan. Sistem buydu, böyle işliyordu her şey. Belki çok acımasız bir sistem ama başka türlü işleyemezdi ki zaten. İşte bunu bilmesine rağmen insan, bunları düşünmeden umursamazca yaşıyordu. Çok iyi biliyorlardı sonunu. Ama akıllarına getirmek istemiyorlardı. Dünyanın aldatmacasına kapılıp sömürülüyor ve işleri bittikten sonra ölüyorlardı.

   Doğanın kanunu yaşamak için öldürmekti. Kendinden güçlülere itaat edip güçsüzleri ezmek vardı burada. Dünya yaşanılacak bir yer değildi aslında. Böyle olmasına rağmen yaşanılacak bir yer yapmak için uğraşıyor, savaşıyorduk.

   Doğada, vahşi hayatın içinde yaşayan bir hayvan kadar dürüst değiliz kendimize. Onun kadar bilinçli değiliz. Vahşi bir yerde olduğunun farkındaydı onlar. Vahşiliklerini örtmeye çalışmıyorlardı zaten böyle bir güçleri de yoktu. Kendisinin yaşaması diğerlerinin yaşamasından önemli olduğunun farkında olan hayvanın hiçbir sahtekârlığı yoktu. Hayvanlar her şeyin farkındaydılar, atalarının onlara bıraktığı miras ve içgüdüler sayesinde... Biz ise bu vahşi ortamı değiştirip güzel renklerle boyayıp kötülükleri güzelleştirmeye çalışıyorduk. Kısacası tam bir sahtekârdık aslında. Biz, burada yaşayan dünya işçilerine daha cazip geliyordu böylesi renkli dünyada yaşam. Biraz daha yaşamak için savaşıyorduk ve bunu diğer canlılar gibi açık şekilde değil gizlice yapıyorduk bütün sahtekârlığımızla… Sömürülmek hoşumuza gidiyordu sanırım. Veya sömürülmekten oyalanan aklımız büyük bir uyku içerisindeydi.  Boyanan sadece vahşi ortam değil aynı zamanda insanların gözleriydi de…

   Ciddi şekilde düşündüm de, her şeyin bu kadar sahte olduğunun farkında olmamıza rağmen hiçbir şey yapmıyorduk. Ben, oturmuş burada sadece bunları kâğıda döküyordum. Bunu okuyacak insanlar bile belki sonunu getiremeyecek ve bana küfredeceklerdi. İçlerinden “ Bu bir şeyleri bildiğini sanan lanet herifte ne anlatmış şimdi burada” diyeceklerdi. Ne yalan söyleyeyim haklılar. Bende olsam aynısını yapar küfrederdim. Hatta şuan bile kendime küfrediyordum her zamanki gibi. ”Ne yapıyorsun bu renkli yapmacık dünyada işe yaramaz herif. Kalk ve git işte sadece yürü ama bu aptallıklara karışma, işini yap” diyordum kendime. Dinlemiyordum kendimi… Ben bile dinlemezken kendimi kim dinlerdi ki? Evet, söyleyin kim dinlerdi?



Bir nefes aldım hayattan şimdi.
Nüfuz etti ta en derinlere,
Uyuyamadım bu yalancı dünyada.
Bir günde ölmeyeyim dedim kendime,
Biraz daha nefes aldığımı hissedeyim,
Hissedeyim ki alamadıklarımın pişmanlığını yaşamayayım…

5 Temmuz 2014 Cumartesi

Büyümek

   

     Hepimiz doğuyor, büyüyor ve ölüyoruz. Ömrümüz bu üç evre etrafında değişmesine karşın en anlaşılmaz olanıdır büyümek. Her gün tanıdıklarımızın hayatında gözlerini açan küçük eller bulunmakta ve tabii kaybettiğimiz o kırışık gülüşler... Her geçen gün doğum ve ölümle yüzleşiyoruz değişik şekillerde. An geliyor televizyonda karşımıza çıkıyor an geliyor arkadaşlarımızdan duyuyoruz kayıpları. Bir bebeği severek hayat verme isteğimiz kabarıyor, ölümlerle ise hislerimizi dizginliyoruz. Peki ya büyümek? Kimse sorgulamıyor büyümenin ne olduğunu. Kimse içsel dünyasını dinlemiyor. Büyümeyi yaşa, boya ve kiloya indirgeyerek geçiştiriyoruz. Ama asıl büyümek, büyüdüğümüzün farkına vararak içimizdeki Kaf Dağını keşfetmek aslında. Şöyle ki günler, aylar hatta yıllar geçmesine karşın bir şeylerin farkına varamıyoruz. Hayatın sıradan temposuna uyum sağlayıp yaşam denilen maratonda koşuşturuyoruz öylece. Birçoğumuzun hislerini dinlemeye dahi zamanı yok. Ama insan içindekilerle büyümedikçe büyümenin ne olduğunu bilemeyecek.
     İnsan öncelikle düşünmeyi öğrenmeli. Yaşamın nedenini ve yaşamın kendisini düşünmeli. Geçmişi ve geleceği düşünmeli. Ama öncelikle düşünmeyi öğrenmeli ve düşündükleriyle büyümeli. İnsan okuduğu kitaplarla doyurmalı ruhunu. Küçük Prenslerle, Maria’larla yaşamı ve yaşamayı anlatan o müstesna kitaplarla büyümeli. İnsan yaşamalı yaşamı. Koşmalı özgürlük denen yolda alabildiğine. Yolda karşısına çıkan her bir tecrübeyle büyümeli. İnsan sevmeli bir güzeli ve onunla büyümeli. Oysa biz… Biz birer karıncadan farksız yaşıyoruz. Düşünmeyi unutuyoruz. Kolaya kaçıp büyüklüğü rakamlarla açıklıyoruz. Sevgiyi fazlalık görüyoruz. Erdemli değiliz, çabalamıyoruz. Sabır ise çağımızın unutulan gereksinimi…
     Büyümenin anlamını kavrayamadığımız bir çağda yaşıyoruz. Ruhsal merakı körelten bir çağ… Fakat yapabileceğimiz şey zor değil. Somut dünyadan bir an olsun kopup soyut bir içsel dünyaya zaman ayırmalıyız. Benliğimizdeki birtakım değişimlerin farkına varmalıyız. Büyümek güzel fakat büyüdüğümüzü bilerek büyümek daha güzel…

1 Temmuz 2014 Salı

Bir perspektif olarak: İnsan

                Bu haftaki yazımda insan kavramından yola çıkacağım. İnsanı tanımlamak gerekirse ve bunu insanı bir sürecin ürünü olarak ele aldığımızda; gelişme potansiyeli olan, nerede/ne zaman/ne yapacağı belli olmayan, anti-stabil bir varlık diyebiliriz.
Jean Paul Sartre ise insanı “durum”dan ibaret olduğunu söyleyip, bir işçi, bir burjuva gibi düşünmekte ve hissetmekte özgür değildir; ama onun gerçek ve bütün bir insan olabilmesi için bu durumun yaşanması ve belli bir amaca doğru aşılmasının gerekli olduğunu belirtmiştir.
                Tanımlardan yola çıkacak olursak insan bir nevî etki-tepki mekanizmasıdır ve genel anlamda durumlar içeren bir sürecin parçasıdır diye düşünmek elbette zor olmayacaktır. İnsan ilk önce kendi doğasından başlayacaktır yaşamaya, kendini tanıyacak, kendinde olanı karşısındakiyle mukayese edecek ve bunun sonucunda bizim anlattığımız durumlar silsilesi başlayacaktır. Bunların aşılması olayı ise ham meyveyi olgunlaştıran bir süreç olacaktır.
                Kendini eleştirme safhası bizim için adeta ışık derecesinde bir yanılsamadır ki bu bizim hayatımızda en çok merak ettiğimiz duyguların büyük bir karinesidir. İnsanın davranışsal boyutlarına hayretle bizi düşündüren yine insanın kendi içinde biten bir durumdur. İnsan kendisini nasıl düşündüyse ve düşünüyorsa; ilişkilerinde karşıdaki insanı da o melekeyle düşünecek ve kararlarında, hareketlerinde büyük bir etkisellik ortaya çıkacaktır.
                Meleke kavramı burada bize çok şey anlatmalıdır. Meleke kavramını daha ayrı bir boyutta ele alırsak, insanın iç dünyasına girmiş bulunacağız. Meleke aslında insanın cemaziyel evvelinde ne kadar iç dünyasıyla vakit geçirdiğinin göstergesidir. Bu durumdan şu sonucu çıkartmalıyız ki o da insani melekeler bizim hayatımızın pusulularıdır meselesidir.
                Bizim pusulamız kendi iç melekelerimizdir.