7 Haziran 2016 Salı

Bir Huri Masalı


“Sen hiç bir  huri masalı dinledin mi?” Konuşan Müzeyyen’di. Zaten Müzeyyen hep bir masal peşindeydi bazı zaman içinde olduğunu da dillendirip masal kahramanlarının mutlu son sonrası yaşlandığını ve hatta hastalanabileceğini söylerdi. Güya masalların sonundaki sonraları kendi koparmış kitaplardan. Müzeyyence mümkündü bu. Gözlerine bakıp gülümsedim. Sesinde cıvıldaşmaya başladı çocuklar. Bu çocuklar ki masal sonunda büyüyecekti.
 Yılların taradığı saçlarına renkli bir ipi yoldaş etmiş örgüsünü tamamlayıp tülbendini takmış ve büyük bir salonun ortasındaki iskemlede sessizce oturmakta olan bir hurinin masalıymış bu. Eşyanın mahmur başını sessizliği ile okşayan, gözlerinin değmediği renkleri kokusundan tanıyan bir masal kahramanı..   O hafta bir anlam verememiş bizimki  belki ama çok sonradan öğrenmiş beklemenin nedenini. Nasıl üstüne titrenir bir beklemekmiş görmem gerekmiş. Bazen kelimelerinin bittiğinden bahsetmiş miydim Müzeyyen’in. :)

Ninesi... Adı üzre bir Huri. Her telinin bir kadının ördüğü köyün o bildiğimiz en güzel kızı. Dedesi pek sever imiş onu. Çalışkan, güzelce bir adam hem meslek sahibi. Niye evlenmesin'di ki? Ailelerin de rızasıyla nikâhı kıyılmış dedesiyle ninesinin. Yeni hayatı çokça çileli geçmiş ninesinin ama o bir an olsun sızlanmamış. Bunu nerden mi biliyordu? Onun geçmiş zamanında muhakkak gülümser bir yan varmış ya çocukları tokmuş ya annesi sağmış. Bir annenin annesi varmış.. Tanıdığı herkesten farklıymış. Kimseyi incitmezmiş mesela. Peygamber çiçeği gibi kokarmış saçları, elleri. Bir masal kahramanı gibiymiş. Kimsenin bilmediği bir masalın başkahramanı.. Gözleri sonradan görmez olmuş. Bazen ona kendini nasıl hatırladığını sorar çocukluğunun çekilmemiş fotoğraflarını karanlık bir odada yıkarmış. Sonra ellerini alıp yüzüne sürermiş. Hayret edermiş yüzüne dokunan eller. Ne kadar büyümüşmüş meğer. Sıcacık ellerinde erirmiş sûreti o dokunduğunda. Saçlarını örerken anlattığı türlü türlü fantastik olayı ciddi bir şekilde dinler, işi alışılmamış mübalağaya vurdurunca da güler geçermiş ninesi. Çorbasını içsin diye her öğün bir yer atanır, İstanbul'dan beraberce ayrılıp Anadolu'nun şirin bir köyünde göreve başlarmış. Hâsılı bizimki bir masal kahramanına masal anlatmanın gururunu yaşarmış. Bir gün yine yeni yeniden hayali görev yerine atanmış giderken "Bensiz devam et. Hep ben olamam a." demiş bizimkine. Çok gün geçmemiş zaten hastalanmış huri çehre. Hem bu defa fena. Doktorlar gelmiş. İlaçlar yazılmış, yazılanlar alınmış. Yenilen ilaçlar bir fayda etmemiş ve masal, sinsi ağrılarla gece uykusuzluğuyla bölünmüş.  Artık eve gittiğinde ekseri uyuyor görüyor ve ağrısı olmadığı için seviniyormuş. Anlatacakları mı? Bir süre sonra evin önündeki her ambulansa koşullandığından anlatacak bir şey de bulamamış. Bir gün olmaz dediği bir şey olmuş ve huri çehre adını unutmuş bizimkinin. Gözlerini göğe asıp uzaklar onu kucaklasın istemiş. Uzun yol trenleri almış gözlerini. Masal kahramanı yorulmuş, bazen dillendirirmiş gideceğini ama böyle olacağını hiç dememiş bizimkine. Sancıları sıklaşmış. Dünyaya açılan bir durağa yol almazdan evvel son defa öptüğünü bilmeden bizimki eğilmiş  üzerine. "Hep ben olamam a." deyişini hatırlayıp ürpermiş. Ağrıları dinmiş, hûşû içinde uyuyormuş ninesi. ... Evden çıkmazdan, onu uğurlamazdan evvel dudaklarını soğuk alnına mühürleyip adet olduğu üzre anne demiş usulca. Soğuk alnı ısıtmayan kelime, boşlukta bile savrulmamış. Dudaklarındaki sıcaklık buz kesmiş. Gücenmiş ona.. Gel de anlat bizimkine bir şeyleri.. 
Odasının bir köşesi boşaltılıp yerine bir kanepe atılmış hiç orda yatmamış gibi. Bazı gece sesine uyanmış ama o, orda yokmuş. Saçlarını okşar gibi avutmuş kendini. Kelimeleri durur mu geri? Müzeyyen bazen sevmez kelimeleri canı yanıyormuş. Öyle dedi. Günahı boynuna. İnsanın kelimelerle ne alıp veremediği olabilir ki. Ben de bir susmadım değil mi? Gevezeliğimi fark etmiş olacak ki susmamı bekledi. Bazen beni korkutuyor bu kız. Neyse devam edelim.
"Yarın kırk gün olacak, mevlit okuyalım diyoruz." Konuşan annesiymiş. Hepsinin yerine yine o konuşarak geçen zamanı dillendirme cesareti göstermiş. Annesi de ayrı bir alem bu arada. Bir kadın nasıl bu kadar güçlü ve kırılgan olabiliyordu hem de  kimseye fark ettirmeden. "Çok önemli bir dersim var. Yetişebilirsem.” demiş bizimki ama yalanmış. Annesi de üstelememiş. “Beni, bizi nasıl oldu şeklindeki sorularla bilmem kaçıncı kereler ağlatıyordu ecir ve sabırcılar. Bir annenin yaşını soranlara verecek cevabımın olmadığı gibi onu bir kere daha uğurlamaya da takatim yoktu.” deyip  Süleymaniye'ye doğru yola koyulmuş bizimki. Bilin bakalım n’olmuş?  Azim Fotokopi'yi henüz geçmişken kokusunu duymuş onun. Gittiğinden beri hep bunu yapıyormuş zaten. Sesi, kokusu ve hatta kelimeleri onu bekliyormuş olur olmadık yerlerde. Kelimelere gücenir mi bir Müzeyyen? Bizimki gücenmiş. Neyse efenim gelgelelim bu rastlaşmaya neyin sebep olduğuna meğer yolunu peygamber çiçekleri kesmiş. Bu ani karşılaşma neticesinde göz diyarına doluşan su damlacıklarını seyre dalmış  kirpikleri. Bu ağlama huyuda babasından kalma. :) Bizimki öylece dururken çiçekler karşısında. "Hanımefendi bilir misiniz peygamber çiçeğini? Açılmamışından bir tane vereyim mi?" Nasıl soruysa artık bu.

 Islak kaldırımlardaki suyla cilveleşen güneşin altında cuma selası dolarken Süleymaniye'ye elinde bir çiçek, tek kişilik kalabalığında ilerlemiş bizimki.
Böyle sessiz gitmekler de canımı sıkmaya başlıyor. Gölgesi bile kaç kişilik bu Müzeyyen’nin acaba. Bazen araba çarpacak diye korkuyormuş gölgesine. Nerden arkadaş olduysak. :) Şöyle bir yokladım da zihnimi sanırım Leyla ve Mecnun’dan ötürü başladı arkadaşlığımız onunla. Müzeyyen bir masal efenim. Burdan çok uzakta. Neye kırılıp güceneciğini bilmediğimiz bir masal. Arkadaşları onu öyle kabul etmiş. Bazen – bazen değil bence çoğu kez- ne dediğini anlamıyorlarmış bile ama sevdiklerinden hasep idare ediyorlarmış. :) Bazen kıskanmıyor değilim ne güzel insanları var bu Müzeyyen’in. 
Masallara inanın efenim, masallar kahramanları yorulsa da çok güzel çünkü. Masalınızı yazarken yorulmayın bu arada ben üzülmek istemiyorum çünkü.

-Müzeyyen Sivriburun