Aylardan mayıs. Tenha bir yalnızlıkta üşüyorum. Sarılacak bir koku özlemiyle geçirdiğim gecelerin sayısını unuttum. Sahi ne kadar olmuştu güzel bir kızı öpmeyeli? Hatırlayamayacak kadar sarhoşum. İçmedim zira, yalnızlık sarhoşluğu koydum adını. Bir şeyleri unutmak istediğimde ben hep bunu söylerim. Kim bilecek ne içtiğimi? Şayet sorarlarsa, kederimi içtim derim. Ya da kim bilecek hissizliğimin ne olduğunu? Kim anlar ki içimden geçenleri, yapmak istediklerimi? Ben anlamıyorum. Zor geliyor düşünmek. Bazen düşünür oldum... Eskiden çok düşünürdüm oysa. Her adımımı düşünürdüm olur ya çukura denk gelir, sendeler insan. Ben gelemezdim çukurlara, zaten onları da sevmezdim. Zor geliyor düşünmek… Adımımı yaşamadan atar oldum, uçurumdan düşsem kime ne? Düşmüşüm zaten dünya denilen yalana. Öyle ya bir garip yer şu dünya dedikleri, yandaş arar durur dönmelerine. İnsanlar da az kalleş değiller gerçi. Dönüyorlar durmadan dünya eşliğinde. Dönsünler değmiyor artık bana. Kaybedecek bir şeyim yok! Bırakmadılar. Neyi bir yudum sevdimse ateşe attılar. Bir keresinde yeşil kokulu bir gülüşü sevmiştim. Bir kere değil gerçi, günlerce sevmiştim. Ağlattılar. Bazen aklıma geliyor, yine sarhoş oluyorum. Ben bu aralar epey sarhoş oluyorum. Sarhoşluk türkü getiriyor şu bedene, ayrılığın hediyesi oluyor. Yüreğim dağlanıyor be Ahmet abi. Gözümden yaş gelmiyor artık, gücüm yok!
Sevmediğimiz
yollara hep sevdiklerimiz için gittik. En olmadık
zamanlarda hep oluru bulduk. En uçuk çarpıntılarda hep aşkı
hissettik. Hani her gördüğünde kalbinin farklı
çarptığını
hissedersin, her sarılışında kokusunu içine çekersin,
her sözüne şiirler yazmak istersin, her fotoğrafına
düşler
kurar, hem herkesin sizi bilmesini hem kimsenin öğrenmemesini istersin –Zira
“O”nunla
geçen anını dahi bugününden kıskandıran yine “O”dur- hem sevilip hep sevmek istersin ya,
bana her bakışında hissettirendi. Ben ona bağımlıydım, onunla o yanımda değilken
bile güçlüydüm. Yanımda oturup yüzüme
bakmazken bile mutluydum. Çünkü o görmese bile bizi, gökyüzü
her anımıza şahit, rüzgar bizim karışımımızı
sürüklüyordu
yalnızlığa inat. O fark etmese bile ben onunla
vardım onsuz bir ölü. Artık o yok ve ben bir ölü.
İnsan
ölünce
suskunluk ve çaresizlik arasında bir yerlerde kalıyor.
Hüzün
suyunun içinde fanusundan çıkamayan balık gibi dört
tarafım kapalı. Özgürlüğe inat özgürleşemiyorum eskisi gibi. Sevda dağına
tırmanan
bir dağcıydım ben. Halatım koptu.
Yapacak, görecek, sevecek hiçbir şey kalmadı artık. Her yerde her zaman hiçlikle
çevreleniyorum.
Giderek hiçliğin içine gömülüyorum. Cenaze namazım
kılınmıyor, sesim çıkmıyor, kimse bilmiyor ölen
beni benim içimde. Kendimi savunacak bir dikenim, gözlerimi
kapatmadan önce sevdiğimi hatırlatan yıldızlarım da yok artık. Gününü
aydınlatacak birisi olmayınca güneş anlamsızmış meğer. Artık her yer karanlık. Maria
mektup yazmıyor, aylaklığım tutmuyor, gözüm
görmüyor.
Bir bedenin içinde binlerce kez bozguna uğradım. Öldürdüler ruhumu. Bir bedeni öldürmek
bir ruhu öldürmekten daha basitmiş
meğer. Bir ince ipliğe bağlıyken bedenimiz, ruhumuzu binlerce kez
hançerlediler. Öldüm artık.
Oysa böyle
mi olmalıydı? İki bedende tek ruh olmak bu kadar zor mu
gerçekten? Hayatın klişeleşmiş düzeni ve insan yığınları
içerisinde
yalnızlığa itilmiş varlıklarız biz. Sarılmak bir ütopya şimdi. Başarısız ömürler gecesi bu gece. Hani insan saçıyla
bir bütündür, ona şekil verir, onunla hazırlanır,
onunla güvende hisseder ya biraz da olsa. Benim saçım
sevgimdi, bedenimden yoldular. Her telinde acımı yaşadım içerlerde. Artık sevgisiz ve
aşksız
bir ölüyüm. Sol yanım acıyor, sol yanım matem.
Dayanmak o kadar güç ki... Bu dert beni solumdan ediyor. İçiyorum
yalnızlığı, kanıma karışıyor. Hissizliğimin doruk
noktası şimdi. Ben yine ölüyorum
bu gece. Elveda.