30 Mayıs 2015 Cumartesi

Elveda


  

   Aylardan mayıs. Tenha bir yalnızlıkta üşüyorum. Sarılacak bir koku özlemiyle geçirdiğim gecelerin sayısını unuttum. Sahi ne kadar olmuştu güzel bir kızı öpmeyeli? Hatırlayamayacak kadar sarhoşum. İçmedim zira, yalnızlık sarhoşluğu koydum adını. Bir şeyleri unutmak istediğimde ben hep bunu söylerim. Kim bilecek ne içtiğimi? Şayet sorarlarsa, kederimi içtim derim. Ya da kim bilecek hissizliğimin ne olduğunu? Kim anlar ki içimden geçenleri, yapmak istediklerimi? Ben anlamıyorum. Zor geliyor düşünmek. Bazen düşünür oldum... Eskiden çok düşünürdüm oysa. Her adımımı düşünürdüm olur ya çukura denk gelir, sendeler insan. Ben gelemezdim çukurlara, zaten onları da sevmezdim. Zor geliyor düşünmek Adımımı yaşamadan atar oldum, uçurumdan düşsem kime ne? Düşmüşüm zaten  dünya denilen yalana. Öyle ya bir garip yer şu dünya dedikleri, yandaş arar durur dönmelerine. İnsanlar da az kalleş değiller gerçi. Dönüyorlar durmadan dünya eşliğinde. Dönsünler değmiyor artık bana. Kaybedecek bir şeyim yok! Bırakmadılar. Neyi bir yudum sevdimse ateşe attılar. Bir keresinde yeşil kokulu bir gülüşü sevmiştim. Bir kere değil gerçi, günlerce sevmiştim. Ağlattılar. Bazen aklıma geliyor, yine sarhoş oluyorum. Ben bu aralar epey sarhoş oluyorum. Sarhoşluk türkü getiriyor şu bedene, ayrılığın hediyesi oluyor. Yüreğim dağlanıyor be Ahmet abi. Gözümden yaş gelmiyor artık, gücüm yok!

   Sevmediğimiz yollara hep sevdiklerimiz için gittik. En olmadık zamanlarda hep oluru bulduk. En uçuk çarpıntılarda hep aşkı hissettik. Hani her gördüğünde kalbinin farklı çarptığını hissedersin, her sarılışında kokusunu içine çekersin, her sözüne şiirler yazmak istersin, her fotoğrafına düşler kurar, hem herkesin sizi bilmesini hem kimsenin öğrenmemesini istersin Zira Onunla geçen anını dahi bugününden kıskandıran yine Odur- hem sevilip hep sevmek istersin ya, bana her bakışında hissettirendi. Ben ona bağımlıydım, onunla o yanımda değilken bile güçlüydüm. Yanımda oturup yüzüme bakmazken bile mutluydum. Çünkü o görmese bile bizi, gökyüzü her anımıza şahit, rüzgar bizim karışımımızı sürüklüyordu yalnızlığa inat. O fark etmese bile ben onunla vardım onsuz bir ölü. Artık o yok ve ben bir ölü. İnsan ölünce suskunluk ve çaresizlik arasında bir yerlerde kalıyor. Hüzün suyunun içinde fanusundan çıkamayan balık gibi dört tarafım kapalı. Özgürlüğe inat özgürleşemiyorum eskisi gibi. Sevda dağına tırmanan bir dağcıydım ben. Halatım koptu. Yapacak, görecek, sevecek hiçbir şey kalmadı artık. Her yerde her zaman hiçlikle çevreleniyorum. Giderek hiçliğin içine gömülüyorum. Cenaze namazım kılınmıyor,  sesim çıkmıyor, kimse bilmiyor ölen beni benim içimde. Kendimi savunacak bir dikenim, gözlerimi kapatmadan önce sevdiğimi hatırlatan yıldızlarım da yok artık. Gününü aydınlatacak birisi olmayınca güneş anlamsızmış meğer. Artık her yer karanlık. Maria mektup yazmıyor, aylaklığım tutmuyor, gözüm görmüyor. Bir bedenin içinde binlerce kez bozguna uğradım. Öldürdüler ruhumu. Bir bedeni öldürmek bir ruhu öldürmekten daha basitmiş meğer. Bir ince ipliğe bağlıyken bedenimiz, ruhumuzu binlerce kez hançerlediler. Öldüm artık.

   Oysa böyle mi olmalıydı? İki bedende tek ruh olmak bu kadar zor mu gerçekten? Hayatın klişeleşmiş düzeni ve insan yığınları içerisinde yalnızlığa itilmiş varlıklarız biz. Sarılmak bir ütopya şimdi. Başarısız ömürler gecesi bu gece. Hani insan saçıyla bir bütündür, ona şekil verir, onunla hazırlanır, onunla güvende hisseder ya biraz da olsa. Benim saçım sevgimdi, bedenimden yoldular. Her telinde acımı yaşadım içerlerde. Artık sevgisiz ve aşksız bir ölüyüm. Sol yanım acıyor, sol yanım matem. Dayanmak o kadar güç ki... Bu dert beni solumdan ediyor. İçiyorum yalnızlığı, kanıma karışıyor. Hissizliğimin doruk noktası şimdi. Ben yine ölüyorum bu gece. Elveda.

4 Mayıs 2015 Pazartesi

Taranta Babu'ya

Merhaba Absürdiyet okuyucuları,
Kaç kişiyiz bilmiyorum. Çok da uzun zaman oldu yazmayalı. Klişe olarak hayat telaşesi denilebilir. Mazaret bulmada usta olan varlıklarız öyle değil mi? Merak edebilirsiniz. uzun zaman sonra ne yazdırdı bu çocuğa. diye. Twitter'da dolaşırken farkettim ne güzel laflar söylenmiş, güzel laflar derken duygusal olanlardan bahsediyorum -duygusal olandan kastım biraz edebiyat mı ne bileyim işte göze ve kalbe güzel gelenlerden diyeyim.- Her neyse çok farklı bir giriş yaptığımın farkındayım konuyu saptırmadan uzun zaman sonra niye yazdığımı söyleyebilirim.
Duygusunu ve heyecanını kaybetmiş bir adam düşünebilirsiniz, düşünmeyenler için yazının buradan sonraki kısmı biraz masal olabilir. Şuna inanmıyorum; duygusuz bir insan yazmayı da unutur. Yazmaktan kastım akademik yazılar değil elbette. Ha, onlarda ayrı bir aşkla okunuyor, o ayrı. Göze ve kalbe güzel gelen duygulardan bahsediyorum. Bu duyguları yitirenlerin alfabesi eksiktir. Buraya yazmak için bunca zamandır harf arıyordum. Galiba yeterli harflere kavuştum. Ondan bu cesaret. -Bir de Ezginin Günlüğü - Siyah Gözler - dinliyorum ya belki de ondandır. -
Demiş ki vatandaşın biri "isminin geçtiği cümlelerde gözlerim doluyordu" buna dikkat çekmesem olmazdı. Bunu tüm göze ve kalbe güzel gelen duygu sahipleri bilir. Bir gün bu cümleyi kuracak kadar harflerim olmasını diliyorum.
Belki sonra, bir yerlerde ama büyük ölçüde yine burada buluşacağız.
Yazımı okuyan varsa sihirli kelimeleri mırıldanabilir.
Önce Taranta Babu'yu sonra sizleri en güzele emanet ediyorum.
Hoşça kalın...