24 Aralık 2016 Cumartesi

Diken


Sürmezdi elem marpuçta
Dudağı değen
Tebessümü olunca.
ve
Sardığında güneşi
Sarı saçları,
Ürperirdi insan,
Dikenleri tüy tüy.
Bülbülü seven tüyüne katlanır elbet,
Ya dikeni kim sevecek?
Ben,
Bir ömre sevda diken.

Derdime sevda olan
Ruhuma ermez asla.
Güzel gölnünde bir göz,
Göz, gözümü görmez.

4 Aralık 2016 Pazar

Değirmen



Düşülmez düşlerin pençesinde
Bir ağıt vakti
Çöktü üzerime Karadeniz
Kara kara

Gözüme derman olan
Gönlüme şubat
Dondum gölgesine
Yaşamaz oldum

Yıldızım parlardı,
Bakınca geceleri arşa
Aşamadım
Alçaldım.

Dönmez bu değirmen
Sürmez bu yol
Durdu dünya
Ben vazgeçtim.

11 Kasım 2016 Cuma

Kaçış


   Hayatın sıkıldığınız karmaşıklığından ve sahte ilişkilerden uzaklaşıp kaçtığınızı hayal edin. Geride düşünecek hiçbir şey bırakmıyorsunuz. Çantanızda sadece sizi hayatta tutacak şeyler var ve aklınızda neresi olduğunu bilmediğiniz yerler... Rüzgâr nereye eserse oraya gideceksiniz, karşınıza nice güzellikler çıkacak. O yerlere giderken otostopunuza duracak yüzlerce yüz tanıyacaksınız, her biri ayrı hayat hikâyesi. Kendi hikâyenizden sıkılmamak için onlara anlattıracaksınız yaşamı. Yaşınızdan büyük dertler dinleyeceksiniz. Sonra bir an gelecek önünüzdeki yol bitecek, heyelan olacak, alacaksınız çantanızı yürüyeceksiniz rüzgâra. Dağlar tırmanacak, dereler geçeceksiniz. Dereler sizi onlarca şelale ile karşılayacak, selam vereceksiniz. Suyunuz bitecek dereye kanacaksınız. En sonunda aşılması öyle güç bir şelale çıkacak ki boyun eğip çadırınızı kuracaksınız. Bütün yorgunluğunuzu sularında yüzerek attığınız bir şelale. Sonrasında tek gereken gece ateşiniz için yakacak bir şeyler bulmak. Doğa o kadar cömert ki tüm kollarını size açmış, tırnaklarını sizin için kesmiş, her yeri siz yaşayın diye var. Saatler geçecek, gün göz kırpacak gitmeden evvel güzel yaprakların ardından. Sonrası karanlığa inat belirli belirsiz yanan bir ateş. Gökyüzüne bakacaksınız alevin azaldığı anlarda. Tüm galaksi, yıldızların her biri o gün sizin için belirecek evrende. Yıldızlar boşluğa kayacak, sırf siz güzel dilekler dileyin diye. Sonra ateş sönecek, gözkapaklarınız kapanacak. 
   
   Ertesi gün çadırınızın fermuarını açacaksınız hava ağustosun ortasında buz. Hemen karşınızda tüm görkemiyle kendi isminizi verdiğiniz şelale. Sabahın şaşkınlığında ayılmak için suyunun altına girecek, duş alacaksınız. Kurumadan havlunuz omzunuzdayken bir şeyler atıştıracaksınız titreyerek. Yediğiniz elma dünyanın en güzel elması olacak o vakit. Sonra tam evinizi omzunuza sırtlanıp rüzgâra yürüyecekken, o gidecek. Seni senle bırakacak, artık hayal kurmayı bırakabilirsiniz. Ölüm vakti.

29 Ekim 2016 Cumartesi

Kum Saati


   Bazen nereye gideceği belirli olmayan bir yolda yürüyorum gibi geliyor bana. Adımlarımı yüreğime attığım şiirlerle sayıyorum. Yusuf, Cemal, Nazım, dört,beş… Bazı zamanlar bedenimin üstüne duvar ören kasvet yerini ölüm hissine bırakıyor. Ölürken insanın hayatı gözlerinin önünden film şeridi gibi akıp geçer derler. Yaşamakla sınandığım bu hayatta gereğinden fazla nefes almışken bedenim, son nefesime bir ömrü sığdırma Allah’ım. Yürüdüğüm yolu helal et, yoruldum.

   Zulmünü çektiğim şu kalbin sesi diner mi son adımımla? Ölülerin kalbi atar mı yaşayanlar için? Yaşayana yaşam kıymetlidir, ölüm uzak. Ben hep uzağı sevdim. Sevda uzak, yollar da, kabir de. Dertlinin derdi ağır gelirse bedene, uyku da uzak.

   Uyuyamıyorum, aylardır uyuyamıyorum. Gözkapaklarım isyan eder derdime, ben üzülürüm. İsyan etmedimdi derdime, azalırım. Derdim büyük. Kum saati misali akıp düşerken boşluğa, ruhumdan giden bin parça. Artık sona çok yakla…

20 Ekim 2016 Perşembe

Minik


Yolu olmayanları düşündüm bugün,
Dünü bugününden farksız olmayanları,
Yağmurun yağmasına aldırmayanları…
Bir kaldırım taşı yetiyorken onlara
Bizi düşündüm
Sonra adaleti.
Ağladım yine ağlayamayanlar için.
Gözlerim dedim,
Görmesinler bir daha egzoza sarılan bir miniği
Görmesinler doymanın tarifini bilmeyeni.
Göz görmezse gönül katlanır derler,
Gönlüm dursun, göz görünce.

2 Ekim 2016 Pazar

Ölünün Zırvası


   Dargın bir sabah yine, gökyüzü maviye küs. Alarmımın sesine alışamadığım kaçıncı yıl belirsiz. Kahretsin! Hayata geç kalıyorum. Yüzümü yıkayamam ayna var. Ben ölüleri pek sevmem de. Karnıma birkaç lokma şiir gerek, memlekette kalmış mı ki bana kalsın. Sevdalı yanım yine aç. Acele et, acele et, kalabalık gerek. Yalnızlık ayıp bu devirde, yalnızlık acı, yalnızlık onursuz, yalnızlık en dip! Hemen çoğunluğa uymam gerek, insanlık yalnız değilmiş gibi. Bu arada insanlık demişken, kaç gram kaldı ondan?

   Yolum yol değil bugün, düşünmek küstahlık bilmez misiniz? Fikirlerin ayıplandığı ya da ayıplanmaya gerek bile duyulmayan tavırların sergilendiği o yer fıstığı kıvamında beyinlere ne demeli? Hadi bunları da geçtik diyelim toplumun en birinci manyaklarının paraya tapmalarına ne dersiniz? Onur mu yoksa tutsaklık mı bilemem ama ben zengin olsam zengin kalamazdım. Ki hayallerim bile fakir benim. Varsın gönlümüz zengin olsun.


   Uzak diyarlardan gelen gurbetçi bir şarkı gibi  gönlüm. Güzelliği “el” olmanın ötesinde fakat “el”in şarkısı olmaktan öteye geçemeyen bir şarkı. Sözlerinin anlaşılamamasına karşın hakkında edepli edepsiz yorumlar alan bir şarkı. Eeee yine de her şey gibi şarkıların da bir talibi var elbet. Mesela benim en güzel şarkılarım en bilinmeyenlerim. Güzellik bilinmeyendedir. Bilinmeyen bilinir olursa şayet kalmaz tadı, eski bayramlar gibi.

4 Ağustos 2016 Perşembe

Sarıl





Dünden farksız günlerimde
Gülden anlamaz bir aşka boyandım.
Kurumuşken toprağım kalbim aç
Yeşermez yaprağım, suyuna muhtaç.

Sarılınca keder bedene
Umut ektim sokaklara.
Umarsızca yaşamadım amma
Ummadım da yedim her bir taşı
Hep sol yanıma doğdu sancım
Yaram kul yarası…

Ömrü adamaya değer mi Ömrüm
Hiç paylaşılmış mı sevgi
Yarı yarıya?
Kim ölürdü gözlerin karasına,
Ben düşmüşüm…
Ölüyorum,
Sarıl.

7 Haziran 2016 Salı

Bir Huri Masalı


“Sen hiç bir  huri masalı dinledin mi?” Konuşan Müzeyyen’di. Zaten Müzeyyen hep bir masal peşindeydi bazı zaman içinde olduğunu da dillendirip masal kahramanlarının mutlu son sonrası yaşlandığını ve hatta hastalanabileceğini söylerdi. Güya masalların sonundaki sonraları kendi koparmış kitaplardan. Müzeyyence mümkündü bu. Gözlerine bakıp gülümsedim. Sesinde cıvıldaşmaya başladı çocuklar. Bu çocuklar ki masal sonunda büyüyecekti.
 Yılların taradığı saçlarına renkli bir ipi yoldaş etmiş örgüsünü tamamlayıp tülbendini takmış ve büyük bir salonun ortasındaki iskemlede sessizce oturmakta olan bir hurinin masalıymış bu. Eşyanın mahmur başını sessizliği ile okşayan, gözlerinin değmediği renkleri kokusundan tanıyan bir masal kahramanı..   O hafta bir anlam verememiş bizimki  belki ama çok sonradan öğrenmiş beklemenin nedenini. Nasıl üstüne titrenir bir beklemekmiş görmem gerekmiş. Bazen kelimelerinin bittiğinden bahsetmiş miydim Müzeyyen’in. :)

Ninesi... Adı üzre bir Huri. Her telinin bir kadının ördüğü köyün o bildiğimiz en güzel kızı. Dedesi pek sever imiş onu. Çalışkan, güzelce bir adam hem meslek sahibi. Niye evlenmesin'di ki? Ailelerin de rızasıyla nikâhı kıyılmış dedesiyle ninesinin. Yeni hayatı çokça çileli geçmiş ninesinin ama o bir an olsun sızlanmamış. Bunu nerden mi biliyordu? Onun geçmiş zamanında muhakkak gülümser bir yan varmış ya çocukları tokmuş ya annesi sağmış. Bir annenin annesi varmış.. Tanıdığı herkesten farklıymış. Kimseyi incitmezmiş mesela. Peygamber çiçeği gibi kokarmış saçları, elleri. Bir masal kahramanı gibiymiş. Kimsenin bilmediği bir masalın başkahramanı.. Gözleri sonradan görmez olmuş. Bazen ona kendini nasıl hatırladığını sorar çocukluğunun çekilmemiş fotoğraflarını karanlık bir odada yıkarmış. Sonra ellerini alıp yüzüne sürermiş. Hayret edermiş yüzüne dokunan eller. Ne kadar büyümüşmüş meğer. Sıcacık ellerinde erirmiş sûreti o dokunduğunda. Saçlarını örerken anlattığı türlü türlü fantastik olayı ciddi bir şekilde dinler, işi alışılmamış mübalağaya vurdurunca da güler geçermiş ninesi. Çorbasını içsin diye her öğün bir yer atanır, İstanbul'dan beraberce ayrılıp Anadolu'nun şirin bir köyünde göreve başlarmış. Hâsılı bizimki bir masal kahramanına masal anlatmanın gururunu yaşarmış. Bir gün yine yeni yeniden hayali görev yerine atanmış giderken "Bensiz devam et. Hep ben olamam a." demiş bizimkine. Çok gün geçmemiş zaten hastalanmış huri çehre. Hem bu defa fena. Doktorlar gelmiş. İlaçlar yazılmış, yazılanlar alınmış. Yenilen ilaçlar bir fayda etmemiş ve masal, sinsi ağrılarla gece uykusuzluğuyla bölünmüş.  Artık eve gittiğinde ekseri uyuyor görüyor ve ağrısı olmadığı için seviniyormuş. Anlatacakları mı? Bir süre sonra evin önündeki her ambulansa koşullandığından anlatacak bir şey de bulamamış. Bir gün olmaz dediği bir şey olmuş ve huri çehre adını unutmuş bizimkinin. Gözlerini göğe asıp uzaklar onu kucaklasın istemiş. Uzun yol trenleri almış gözlerini. Masal kahramanı yorulmuş, bazen dillendirirmiş gideceğini ama böyle olacağını hiç dememiş bizimkine. Sancıları sıklaşmış. Dünyaya açılan bir durağa yol almazdan evvel son defa öptüğünü bilmeden bizimki eğilmiş  üzerine. "Hep ben olamam a." deyişini hatırlayıp ürpermiş. Ağrıları dinmiş, hûşû içinde uyuyormuş ninesi. ... Evden çıkmazdan, onu uğurlamazdan evvel dudaklarını soğuk alnına mühürleyip adet olduğu üzre anne demiş usulca. Soğuk alnı ısıtmayan kelime, boşlukta bile savrulmamış. Dudaklarındaki sıcaklık buz kesmiş. Gücenmiş ona.. Gel de anlat bizimkine bir şeyleri.. 
Odasının bir köşesi boşaltılıp yerine bir kanepe atılmış hiç orda yatmamış gibi. Bazı gece sesine uyanmış ama o, orda yokmuş. Saçlarını okşar gibi avutmuş kendini. Kelimeleri durur mu geri? Müzeyyen bazen sevmez kelimeleri canı yanıyormuş. Öyle dedi. Günahı boynuna. İnsanın kelimelerle ne alıp veremediği olabilir ki. Ben de bir susmadım değil mi? Gevezeliğimi fark etmiş olacak ki susmamı bekledi. Bazen beni korkutuyor bu kız. Neyse devam edelim.
"Yarın kırk gün olacak, mevlit okuyalım diyoruz." Konuşan annesiymiş. Hepsinin yerine yine o konuşarak geçen zamanı dillendirme cesareti göstermiş. Annesi de ayrı bir alem bu arada. Bir kadın nasıl bu kadar güçlü ve kırılgan olabiliyordu hem de  kimseye fark ettirmeden. "Çok önemli bir dersim var. Yetişebilirsem.” demiş bizimki ama yalanmış. Annesi de üstelememiş. “Beni, bizi nasıl oldu şeklindeki sorularla bilmem kaçıncı kereler ağlatıyordu ecir ve sabırcılar. Bir annenin yaşını soranlara verecek cevabımın olmadığı gibi onu bir kere daha uğurlamaya da takatim yoktu.” deyip  Süleymaniye'ye doğru yola koyulmuş bizimki. Bilin bakalım n’olmuş?  Azim Fotokopi'yi henüz geçmişken kokusunu duymuş onun. Gittiğinden beri hep bunu yapıyormuş zaten. Sesi, kokusu ve hatta kelimeleri onu bekliyormuş olur olmadık yerlerde. Kelimelere gücenir mi bir Müzeyyen? Bizimki gücenmiş. Neyse efenim gelgelelim bu rastlaşmaya neyin sebep olduğuna meğer yolunu peygamber çiçekleri kesmiş. Bu ani karşılaşma neticesinde göz diyarına doluşan su damlacıklarını seyre dalmış  kirpikleri. Bu ağlama huyuda babasından kalma. :) Bizimki öylece dururken çiçekler karşısında. "Hanımefendi bilir misiniz peygamber çiçeğini? Açılmamışından bir tane vereyim mi?" Nasıl soruysa artık bu.

 Islak kaldırımlardaki suyla cilveleşen güneşin altında cuma selası dolarken Süleymaniye'ye elinde bir çiçek, tek kişilik kalabalığında ilerlemiş bizimki.
Böyle sessiz gitmekler de canımı sıkmaya başlıyor. Gölgesi bile kaç kişilik bu Müzeyyen’nin acaba. Bazen araba çarpacak diye korkuyormuş gölgesine. Nerden arkadaş olduysak. :) Şöyle bir yokladım da zihnimi sanırım Leyla ve Mecnun’dan ötürü başladı arkadaşlığımız onunla. Müzeyyen bir masal efenim. Burdan çok uzakta. Neye kırılıp güceneciğini bilmediğimiz bir masal. Arkadaşları onu öyle kabul etmiş. Bazen – bazen değil bence çoğu kez- ne dediğini anlamıyorlarmış bile ama sevdiklerinden hasep idare ediyorlarmış. :) Bazen kıskanmıyor değilim ne güzel insanları var bu Müzeyyen’in. 
Masallara inanın efenim, masallar kahramanları yorulsa da çok güzel çünkü. Masalınızı yazarken yorulmayın bu arada ben üzülmek istemiyorum çünkü.

-Müzeyyen Sivriburun

30 Mayıs 2016 Pazartesi

Doğum Günü


Doğunca gözleri geceye
Utanır yakamoz,
Aya ihanet gibi hissettirir.
Bir tebessümü tüm çiçeklere hüzün...
Güzel olan her şey boş gelir.
Gül utanır gülden güzel dalgalarında
Boğazı dolar yutkunamaz İstanbul.
Kalbi yıkık tüm yoksullar,
Affeder tanrıyı kokusu dolunca 
Ev dolmuş sokaklara.
Güneş kıskanır saçlarını,
Sararır, rakip olmak ister.
Bütün terlikler aşk diler
Bir hayalin peşinde...
Mayıs ayı şanslıdır
Yetişir bir ikizlere
Şahittir candan tatlı bir seyehate.
Göğsüm aşk dolar, 
Gurur olur sevdam.

Doğunca bir güzel, güzel gözleriyle
O kara geceye.
Doğum günün kutlu olsun.

24 Mayıs 2016 Salı

Dolana Akışmak

Geçen gün, günler geçiyor bak,
Biz durur muyuz, biz duruyoruz işte.
Öyle hiçbir şey yapmadan bekliyoruz..
Biz ki eziyet çektirmekten hoşlaşır olmuşuz güzel duyguların yerine,
Sevemez belki de gülemez olmuşuz güneş batmadan önce.
Şarkıya benzer seslerin dans davetine elimizi uzatmamış olmuşuz.
Tek tek saymışız kötü olan ne varsa,
İyi olan ne varsa nazar değer diye susmuşuz.
İnsan nisyaniyla malûldur demişiz de
İsyanımızla kaybolmuşuz topluluklar arasında.
Bir gezginin türküsüne eşlik etmişiz,
Dolmuşuz, dolana akmışız.
Altında bir soluk almak için bile önemsemediğimiz ağaç gölgelerinin gücü adına...
Kutsanmışız

30 Nisan 2016 Cumartesi

Üç Deyince Sayın Okuyucu




üç deyince sayın okuyucu




-fonda ferdi tayfur var bu gece sayın okuyucu..

biraz Ferdi baba , biraz Asya , biraz İlyas , biraz gözyaşı olacağız bu gece..

mikrofonun yoktur bilirim sayın okuyucu o yüzden al eline saç fırçanı üç diyince bana sor diyoruz ferdi babanın efkarından hemen önce..

üç deyince Asya'nın gözyaşları oluyoruz , üç deyince İlyas oluyoruz ya da boş verin İlyas'ı siz en iyisi Cemşit olun.. biraz kaygılı , çokça korkulu..

üç deyince gözyaşı oluyoruz.

üç deyince hüzün oluyoruz.

üç deyince daldan kopan yaprağız.

üç deyince aşığız sayın okuyucu.

başlayın saymaya

birazdan yalnızlığı soracağız ferdi babamıza

uykusuz geceleri soracağız daldan ayrılan yaprağa

acıyı soracağız, hemen ardından emeği Asya'ya..

şimdi dur sayın okuyucu , kapat gözlerini.. Hayır hayır dişlerini sıkma öyle .

üçten sonrayı düşün hemen şimdi.

ağlayabilir misin sayın okuyucu ?

zor günler için sakladığın bir kaç damla gözyaşı var mı mendilinde ?




ya da boşver sayın okuyucu git ve uyu.

ben sizin yerinize ağlayacağım bugün , az önce hasbıhal ettim ferdi babayla..

sonu gelmez yolları sordum , yaşanmamış yılları ..

cevap yok sayın okuyucu şimdi git hemen uyu bu sebepten.

Asya'nın çamura bulanmış al yazmasını alıp geliyorum bende .

18 Nisan 2016 Pazartesi

9'uncu Senfoni


Şizofrenmişim ben
Olmayan insanlarım varmış
Herkesin var dedim
Benim yok dedi doktor
Doktor bugün
Gerçekleri söylemiş bana
Hazırmışım güya
Eğlenceli insandım ben
Yalnız da eğlenirdim
Gerek yoktu kalabalığa
Neyse
Oturur batak oynarız artık
Kendi insanlarım var benim
Ölüm var dedi doktor bugün
Cenaze arabasının ardından
Doktor çok şey biliyordu
Ben de mi ölecektim?
Ya ölmezsem
Kendi insanlarım da mı ölecek
Herkesin kendi insanları var bence
İnsan neydi ki?
Ben neydim?
Niyeydim
Dantenin cehenneminin neresiydim?
Kimin insanlarındandım
İnsanları mıydım?
Doktor bira içelim dedi
Bu doktor da fakir adamdı
Fakirlikten anlayan adamdım
Ben ısmarladım
Dertlendik
Fıstığa paramız yetmedi
Her insan biraz insandı
Ben söyledim doktor güldü
Alem adamdı şu doktor
İnsan dediğin doktor gibi olmalıydı
Zaten bi o kalmıştı
Cenaze arabasının ardından
Bir gün binecektim o arabaya
İnsanlarım ardımdan rakı içerdi
Doktora bira içersin dedim kızdı
Senin yüzünden fakiriz dedi haklıydı
Her insan biraz zengindi
Ben hiç
Sanırım
Belki
Bence ben doktorun şizofreniydim
Umarım bir gün ölürüm
Cenaze arabasının ardından
Bakan olamam
Ağlarım
İçmeye giderim
Biraz değil çok içerim
Toplayanım olmaz
Sanırım sevdiklerim
Hayallerimde güzeller
Ben akıllarda çirkin
Şizofrenmisim ben bugün
Ölmemişim ben bugün


16 Nisan 2016 Cumartesi

Yoklar Durağı


    Güneş büyürken yazıyorum çatıların arasından. Uyumadan yeni bir güne merhaba dediğim kaçıncı gün, bilmiyorum. Uyku tutmuyor artık gözlerimi, tutsa bile kaçıyor “O” gelince aklıma. Çünkü varım da yoğum da bir sevda olmuş. Sigaranın gömleğime sinmesi gibi ama daha farklı. Ruhuma sinmiş, kurtulamıyorum.

     Yakamoz belirdiğinde denizlerin üstünden, eskisi gibi görünmüyor yüreğime. Yıldızlara baktığımda gülmüyorlar bana. Çünkü artık yaşamıyor çiçeğim fanusumun içinde, hüzün çökmüş narin ellerine.

     Bir bir kayboluyoruz fincanımda eriyen şeker misali. Önce fotoğraflar siliniyor ardından numaralar… Sonra anlıyorum ki ruhum kayboluyor, anılar yok oluyor hatrımda, kokusu azalıyor, hislerim sıkışıyor kalbimin merkezinde, bir gün kararır elbet. Gittikçe sesi kısılıyor kulaklarımda, duyanı cehenneme sürükleyen bir ses bu. Kısıldıkça tırmanıyorum sevgisizlik cehenneminden. Ve öğreniyorum cehennemin bile sevilebileceğini. Ki elimde olsa cenneti yakardım sesi uğruna. Ama her şey gibi sesler de kayboluyor. Uzaklaşıyoruz bizden.


     Yoklaşıyoruz her gülüşümüzde. Oysa ben bir sana gülerdim en ücra sevgilerimde. Sahteleşiyor cümlelerimiz. İnsanlar tanıyoruz, yeni insanlar. Bir daha sevemeyeceğimiz… Her şey gibi sevgimizde yoklaşıyor. 

10 Nisan 2016 Pazar

Kalabalığa Karışmak Vakti

Bazı manzaralar huzur vermez efenim. Bazı sorular hayır demeniz için sorulmuş ve canım'la süslenmiştir evet'e meyyaliniz artsın diye. İskarpinleriniz eskimez sanır gözlerinizi koşturursunuz bir çift gözde. Çocuklar cıvıldaşsın diye ömrümüzde türlü muziplikler yapar tvden gelen "Bugün Müjgan güzel bile değildi"yle bozarsınız büyüyü. Bozarsınız çünkü gerçekten Müjgan'ı ve hikâyesini bilirsiniz. Bazen zamanınız olmuyor efenim bir şeyleri yaşamaya. Olana kafa yorup onu dert ediniyorsunuz. Sanıyorsunuz ki o dert çözülse meseleniz kalmayacak kavganızla. Muazzam bir emekle dert ettiğiniz Müjgan bir gün usulca döndüğünde mahallesine -hadi ama saklamayın- bozuluyorsunuz içten içe. Kederden geçemiyorsunuz efenim, hep mi uzaklar adresiniz? Hep mi saatiniz on dakika ileri. Sahi geç kalınca hatırlamıyor musunuz o ileriyi on dakikayı? Birgün bir hikâyenizin olacağına olan inancınız ne durumda ya da? İnanınız efenim. Olmayacak şey değil. İskarpinleriniz eskimezden  evvel çıplak ayak yürüyün ya da artık yetişemeyen olmayın. Saatlerinizi tam da olması gereken yere getirip karışın kalabalığa. Bu arada gözlerinizi martılara emanet etmeyin efenim sizden habersiz çok uzaklara götürebiliyorlar. :)

-Müzeyyen Sivriburun

5 Mart 2016 Cumartesi

Meçhul

İhtimali meçhul olsa da,
Aklının ucundan geçmek isterdim.
Milyonlarca saniye arasından sadece bir kısmında,
Yer edinmekti derdim.
Ben giderdim, düşünmezdim sonunu,
Bilmezdim…
Yok oluşunu izlemezdim, gözlerindeki eski benim kayboluşunu,
Hayatta kalma dürtüsüydü, bende ki bu arayış varoluşu…
Oluşumlar içinde olamazdı, bulmaya çalıştığım sonsuzluğu
Korkusuzdum!
Öyle sanırdım kendimi,
Beynimin sınırlarını aşarken kayboldum.
Bulamadım yolumu…
Fark etmez oldu hayat bana,
Ne güzel bir laf o ya…
Düşünmek için zaman tanıdığım, kendime kaçış planım…
Farkındayım!
Benden başkası yok çünkü
Kafamda ki siyah bir dünya,
Bir dünya sorun var, yalnız karanlığımda…
Yaşam sonrası gömülmek varken toprağa,
Ben çoktan kazmışım mezarımı,
Sonu meçhul olan bu evrenin içindeki toz parçasında…

25 Şubat 2016 Perşembe

Saatsiz

Saatsiz bir zamanın içinde yorgun bedene tıkıldım.
Yolum şeritsiz, kara, soğuk.
Derdim var bir kırlangıç kanadında,
ulaşmak hayli zor.
Çaresizliktir içimde yükselen,
pişmanlığım büyüyor.
Her kapının huzra açılan köşesi sen.
Sen
şimdi yoksun.
Bakarken özlediğim şimdilerde gurbet,
bense dağ.
Yolunun yeşil kokan kıyılarında hep aşk.
Yeşil aşkından öpüyorum,
en çok da burnundan.
Yeter ki
tebessümün olayım dudağının kıvrımında.
Fakat ben hep gözyaşı oldum nehirlerinde akan.
Şimdi mi ?
Sen iyisi mi hüzün doldur bardağıma,
Seninle kafayı bulmak istiyorum.

14 Şubat 2016 Pazar

Ying-Yang

Teknoloji o kadar gelişti ki basit olmaya herkes olmaya çalışmak farklılık oldu artık. Oysa ki nolurdu bende artık herkes gibi olsam. Herkes gibi oturup sokaktaki çocuğun bile yazabileceği romantik dram filmleri izleyip, entrika dolu dizileri izlerken keyif alabilsem. Sen farklısın ama cümlesi ne kadar faşist aslında insanı ne kadar dışlayan bölücü bir söz. Yanlış mi düşünüyorum yoksa düşünce faşistliği yapmıyor muyuz. İnsanları düşüncelerine gore sınıflandırdıgımızda kendi ırkçılığımızı yapmış sayılmaz mıyız? Sözlükte renge göre ayrım diyor ırkçılık için. Peki daha ilkokulda çocukları seviyelerine göre sınıflandırıp iki arkadaşı farklı sınıfa koymak birinin kendini diğerinden üstün hissetmesine yol açmaz mı? Yani artık ırkçılık sadece futbolcuya muz göstermekten ibaret. Basın böyle diyor en azından. Sözlüğü bir kenara koyup farklı dediğimiz aman bu kadar düşünme sen mi kurtaracaksın sanki dünyayı dediğimiz insanlara bakarsak eğer. Onlarla kendi aramıza ördüğümüz bu düşünce duvarı ırkçılık değil mi? Peki üstün kesim kim bu ırkçılıkta herkes gibi beyazlar mı yoksa beyazlar gibi olmayı tanrıdan bir lütuf olarak gören bizler mi? Nolurdu bir yeteneğimiz olsa düşünmekten başka. Bu da yetenekse tabi eğer. Basit bir doktor basit bir marangoz bir palyaço belki basit bir insan olamaz mıydık. Ağlayan palyaçolar, okunmayan yazarlar, izlenmeyen yönetmenler olmayı tercih ettik. Paradan değerli şeyler olduğuna inandık hep. Birşeyler anlatmanın birşeyler anlamanın insanı asıl yücelten şey olduğunu insanı insan yapanın düşünceleri olduğunu savunduk düşünmeyi unutanlara karşı. Siyahlar olarak oturduğumuzda siyahlığımıza siyahlık kattık hep. Kâh şiirlerle yaptık bunu kâh filmlerle yeri geldi romanlarla. Herşey daha bi siyah biz daha bi ağlamaklı olduk. Eleştirmenin ayıp, sırf ilgi için yapıldığının düşünülmesi yok mu hele. Galileyi afaroz edenler , Nazımı sürenler, Ebu zeri çöle gömenler. Popüler olmak için popüler kültürün popüler kölesi olanlar. Sırf okudum demek için dostoyevski okuyanlar. Beyazlara karışınca şaşırdık. Kusacak gibi olduk. İlerlemeyi unutmuş beyazlar. Çünkü siyah olmadan beyazlar daha bi beyazlar.

5 Şubat 2016 Cuma

4 Şubat



Karanlığın kahpe bir vakti üzerime geceler çöküyor, karmaşık harfler vücut buluyor kelimelerde. Her ruhun zamanı varmış bedende, her romanın sonu, her okyanusun dibi. Nasıl bir sondur ki ruhum şimdilerde okyanus, sevgi tarih öncesi masal gibi.

Ufkun gösteremeyeceği kadar uzak diyarlarda saklı sevdalar. Bir bardak çayın hatrı soruluyor gönlümde. Sonra aklıma bardağı tutuşu geliyor karlı bir ocak ayı. Bardağı tutan elleri… İstanbul gibiydi.

Hatıralar hatırlanmak için varlar, peki ya hatırlamaya dayanamadıklarımız? İnsan ölümü kaç kere hatırlar hatıralarda? Kaç vurgun yer çirkin hatalar? Ya keşkeler ne olacak? Keşke keşkeler olmasa.

Sorsanız gönlümden anlatacak çok şeyim var. Soranım yok mesela. Çoğu gece kabus görüyorum mesela. Mesela bugün hiç uyumadım. Öyle zor ki bir şeylere gözünü kapamak. Göz kapansa gönül bu, kapanmıyor. Siz hiç sevdiğinizi ölürken izlediniz mi? Ben her gün, her gün, her gün izliyorum bir filmin tekrarı gibi. Bir gün gözleri gidiyor gözlerimden, sonra gülüşler kayboluyor bir bir. Bugün kokusu değişti mesela. Engel olamıyorum, içim eriyor engel olamıyorum. Ve anladım ki bugün büyüdüm. Çünkü bugün bir şeylere engel olamadım. Kaybetmek büyütür insanı, acılar da öyle. Ben bu aralar kocaman adam oldum. 


Zor günler geçiriyorum kafam biraz aşk, ruhum biraz acı. Mazur görün, hatalar ve pişmanlık ile kalın…

31 Ocak 2016 Pazar

O'nun Bu'nun Üzerine

Yalnız canımız kalmışken, bu kadar dert, bu kadar çile ne diye? Hiçbir iyiliği hakedecek kadar iyi değiliz, tamam. Ama kötü şeylerin bizi bulması, hem de biz kötü şeyler olmasın, bir kez daha olursa kusacağım derken, inadına başımızın üstünde kara dumanlar gibi dolaşmasına sebep olan neydi? Sahi, en son ne zaman en güvendiklerimiz, güvenmediklerimiz oldu? En büyük yanılgıyı orada yaşadığını düşünüyor insanoğlu. Ama değil, yani bence değil. En büyük yanılgı, gecenin en karanlık anını birden aydınlığa çeviren güneş gibi baktığımız yeni günden iyi şeyler getirmesini beklememiz.
Günler iyi şeyler getirmiyor, günler elimizde olan iyi şeyleri de götürüyor. Bırakalım, bu iyi düşünceli olmayı. Bakalım etrafımıza, dost sandığımız, kardeş sandığımız, en önemlisi insan sandığımız varlıkların nasıl da insanlıktan çıktığını görelim.
Geçenlerde kalbim ağrıyordu, bâyâ bir süredir ağrıyordu, doktora falan gitmeyi de düşündüm sonra vazgeçtim. Bırak ağrısın, en azından bir kalbim olduğunu hatırlarım hiç olmazsa dedim. Kalbini hatırlamayan hatta kalbi olmayan ne çok insan var ki düşündükçe midem olduğu aklıma geliyor.
Duygular sahtedir, tek gerçek duygu merhamet duygusudur, kibir paranın satın alabileceği bir duygudur yani maddi değeri olan bir duygu. Doğada insana en çok yakışan ve saf halde bulunan tek duygudur merhamet. 
Kime ve ne sebeple merhamet beslememiz gerektiğine karar verip yaşasak sanki onurlu bir hayat sürmek hedefine varacağız.

18 Ocak 2016 Pazartesi

Tabuta Elveda


Elveda diyebilmek için geride bir şeyler bırakmak gerek. Eğer bırakabileceğin her şeyi yıktıysan benim gibi, kaybedecek çok da bir şeyin yok aslında. Belki okunmasın diye üstü karalanmış birkaç  şiir kalır defterinde. Belki de bir fotoğraf, geçmişi canlandıran hafızalarda... Kısacası geride birkaç kağıt parçası, yüzlerce yıkık düş.

Zulmü nefeste yaşayan bedenlere ölüm helal midir acaba? Nefsi sınıyorsa eğer nefes almak ibadet midir böyle gecelerde? Hoşnutsuz yaşamlara kalplerimiz kan pompalıyor. Kan içinde aşk. Aşk ölüm. Ölüm…

Bazen diyorum ki ölsem ve bu benim suçum olmasa. Yansa bir bina içinde kalsam ya da uçsam uçurumlara kazara.  Kaç günlük ölürdüm ki geride kalanlara ? Kaç damla olurdum, kaç ev, kaç şiir, kaç resim olurdum? Kaç günlüğüm?

Yeni bir gün doğmadan ölüyorum bu gece. Elveda bütün elveda diyemediklerim.